Unutma

Zillet olmak yerine ziynet olmayı tercih et...

02 Eylül 2020

Bir garibanın gözünden felsefe



                 MUT'U KABLE ENTE MU'TU
                    (Ölmeden evvel ölmek)

     Ali “Bana Allah diyen de kâfirdir, demeyen de kâfirdir” diye beyan etmiştir. Peki, bu cümlede ki sır nedir? Bazı kendini bilmez, yolunu bilmez, Hakk’ı bilmez hadsizler Muhammed’i hiçe sayıp Ali’yi ön plana çıkartırlar. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler bilirsiniz. Demek ki bu dedikodunun çıkması ve bir inanç sistemine dönüşmesi için bir kıvılcım çıktı. Cümleler yanlış mı anlaşıldı? Kastedilmek istenen esas muhabbet ne idi? Ene’l Hakk diyen bunca eren evliya yanlış mı iletti mesajını? Yoksa biz insan müsveddeleri tamamen yanlış anlayıp hayvani güdülerimiz ile birlikte Hakk’ın en güzel yarattığına zulüm mü ettik!

     İnanç ve İslamiyet ego ve hırsın mezesi olmuşlar. Üzülerek söylemeliyim ki ilk insandan bu yana nefis olduğu müddetçe böyle ilerlemiş işleyiş. Peki, nasıl başa çıkabiliriz? Doğruyu (Sırat-ı Müstakim) nasıl bulacağız? İşte tüm cevaplar ve henüz sorulmamış diğer tüm sorular gibi bu sır da sende mevcuttur Ey İnsanoğlu!

     Ölmeden evvel ölmek diye tabir edilen bir durum var ortada. Peki ya nedir bu? Evvela ölüm nedir onu anlamak lazım gelir. Sonrasında ölmeden evvel ölmeyi anlamak daha kolay olur. Ölüm arife bir kurtuluş, zalime bir zindan. Arife bir serinlik, zalime ateşten gömlek. Arif için eve dönüş, zalim için hapistir! Ölüm bardağa hangi açıdan baktığına göre anlamı değişen bir kavramdır. Kimine dert yüklerken kimine ferahlık getirir. Ölüm anı yaklaştığı zaman fakir de olsan zengin de olsan, aç da olsan tok da olsan, cimri de olsan bonkör de olsan artık hâkimiyet sende değildir. Tüm maddesel varlığı madde evreninde bırakır ilahi tecellinin işlemesine şahitlik edersin. Dolayısı ile ölüm anında aslen var olacak olan yalnızca ruhundur. Ruhta nefis olmaz, ruhta cinsiyet olmaz, ruhta cinsel dürtüler olmaz, ruhta nefis olmadığı için yeme içme de olmaz. Bunlar olmadığı gibi ruhun cebi de olmaz. Dolayısı ile ne milyarlarınızı ne de bir kuruşunuzu yanınıza alamazsınız. Dediğim gibi aslen var olan yalnızca ruhunuzdur. 

     Rab insan bedeninin yaratılışında büyük emek sarf etmiştir. Her bir coğrafyadan toplanan topraklar karıştırılarak yoğrulan âdem vücudu yıllar boyu rahmet yağmuruna tabii tutulmuştur. Bu nedenledir ki her insanda Hakk’ın tecellisi mevcuttur, Rabbin rahmet etmediği bir âdem yoktur. Zulmedene de mazluma da aynı rahmeti ve nasibi sunan kendisidir ki toplanma günü bana vermedin ona verdiklerinden demeyelim diye. Her âdemin Hakk’a ulaşma fırsatı vardır ancak kullanıp kullanmama kişinin vicdan-ı muhakemesine kalmıştır. 

     Maddesel dünyada yaşar iken tıpkı ölüm anının sirayet etmesi gibi kendi yaşamımızda ki maddesel zevk ve ihtiyaçlarımızdan ne denli vazgeçebiliriz? Yaşamamız için nefes almamız, yemek yememiz, su içmemiz ve tuvalet ihtiyacını gidermemiz şarttır. Lakin bir başkasından çalmak, hak yemek, iftira atmak, azmettirmek, sapkın olmak, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin taciz ve tecavüz etmek, inkârcı ve yapay inançlı olmak şart mı? İşte vicdan, ahlak ve mantık üçlüsüne yakışmayan her şeyden uzak bir yaşantı ile inancın, dilin, ırkın ve rengin ne olursa olsun Hakk’a ziynet olmak esastır. Aksi hali zillet olmaktan öteye gitmez. 

     Hal böyle iken ölmeden evvel ölmek; “İlahi egemenliğin kurmuş olduğu adalet sistemine ve mahkemesine varmadan maddesel evrende kendini Hakk’ın mahkemesinden geçirip tüm suç ve iftiralardan temiz ve uzak tutarak var olmaktır.” Derin muhabbet ve sırları yalnızca bu merhalelerden geçenler anlar.

     Ali’nin söylemiş olduğu “Bana Allah diyen de kâfirdir, demeyen de kâfirdir.” cümlesi de böylesine sır dolu ve derin bir muhabbet içermektedir. Yaratılan kul önce nefsi ile hareket eder. Sonra vicdan, ahlak ve mantık ile bedenini ve ruhunu kontrol altına almayı başardığı an kulun Hakk’a doğru yürüyüşü başlar ki ne mutlu! Kendisine bir adım atan kuluna on adım, yüz adım atana bin adım yaklaşır Rab. Birbirine yaklaşan her şey elbet birleşmek zorundadır! Dolayısı ile bir süre sonra kul Hakk’a varmıştır ve artık birlikte yürüyüş başlar. Birliktelik zirveye çıktığı an her birleşim artık iki farklılıktan oluşmaz ve tek olma bir olma çabasına bürünür, zamanla aynı olmaya başlarlar. İyilik iyiliği, kötülük kötülüğü doğurur. Dolayısı ile kul bir zaman sonra Hakk’a benzemeye başlar. Bir süre böyle devam ettikten sonra artık kuldan eser kalmaz ve o da Hakk olur. En nihayetinde Hakk ile Hakk olmuş kul birlikte var olurken kul artık nefis ile düşünmediği için bir an aklına geliverir o var ise ben neden olayım diyerek tıpkı şekerin çayda eridiği gibi kendini Hakk ’ta eritir yok eder! Geriye yalnızca ve yalnızca mutlak egemenlik kalır. Safi AŞK! Rabbin ta kendisi…

     İş bu merhalelerden geçenler Ali’ye Allah demez ise kâfidir, şayet bu merhaleleri yaşamadan Ali’ye Allah diyen olursa şirk etmiş olur ve yine kâfirdir. Ali bu cümlesi ile insanoğluna bir ışık tutmak istemiş olsa da aklını kiraya vermiş şahıs ve inkârcılar kastedilen sırrı bambaşka anlamlara taşıyarak Muhammed ve güzel ahlakını hiçe sayar. 
İşte bu sır gibi sır, muhabbet gibi muhabbettir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli “Aklın yolu Hakk yoludur, cehalet ise şeytanidir” der. Aklın peşinde koşan kişi er ya da geç doğruyu bulur. Ancak cehalet ve hırsa hizmet eden kişi soru sormaz, düşünmez, talep etmez ve aramaz. Bilhassa sinir, hırs, taşkınlık, sapkınlık ve inat ile de arkadaşlık eder.