Unutma

Zillet olmak yerine ziynet olmayı tercih et...

29 Ağustos 2022

Bir çay buharı...



Kaybedilen bir kimliği anımsamaya çalışmak

hastaneden kaçma planları yapan deliyle eşdeğer bir akla sahip olmak 

dökülen bir küllükten iki satır hatıra toplamak

geceye veda eden bir aydan kayarmışçasına bir dilek tutmak

unutulan bir şehri anımsamaya çalışmak kadar gereksizdir işte hatıralar

Hatırlamak imkansız

imkanlar çaresiz

Şehirde bir yığın duygu

El yapımı ayrılıklar

ikinci el kırıklıklar

Yaşanmak istenen Gerçekler varken bir şehrin akşamında

sabaha karşı bir hüzün basardı, bir sigara dumanını

Bir çay buharını

Bir kalem mürekkebini

Bir kağıt parçasına yazılmışken duygular

sade bir hayal kırıklığını alıp gitti yalnızlıklar...

                                                                               Puhten...

03 Kasım 2020

Sana ithafen...


Sevdiğim kadın zamanın sahibesi olmalı herhalde, Yoksa nasıl açıklanabilir gözlerine baktıkça duran zaman. Aşk sarmış saçlarını, kirlense dahi hep güzel, hep parlak. Kokusu hep aynı güzellikte, bir nefes almak bile sarhoş etmeye yeter.  Nesin sen? Aşkla çizilen bir tablo mu? Yoksa aşkın hünerli ellerinde yıllanmış bir şarap mı? Hayır! Şimdi anlıyorum baktıkça, sensin o, sen Tanrının en güzel yarattığı...

28 Ekim 2020

Yalnızlığa bezenmiş suretin...


Bazen duruyorum ve kendi kendime söyleniyorum 

gerçekten yalnızım aslında, hani bir kuş konsa pencere kenarına bir derdim uçup gidecek gibi

işte o kadar sessiz esiyor rüzgar, kapı bile gıcırdamıyor artık

mum kokusu eskileri hatırlatır diye ışıkları bile açmıyorum

ama ben diyerek çıkıp gelse biri, ama sen diye devam etsem

bir hayal gibi gelse bir uyku gibi kaçsa özlemlerim

dibinde uyuklarım kapının, çalındığında kim o diyebilmek için, sırf ben diyebilmen için

en azından yeni bir sayfa açarız ardının ize kalmış bir sayfa

anca o tamamlar geceyi sen tamamlarsın bizi, ki uzun zaman oldu dilimizden düşüremediklerimizi tamamlamayalı

uzun uzun bakışmayalı çok uzun zaman oldu

mezarı hazır düşler biriktirdim yastığımın soğukluğunda

yalnızlığım vakur başı dik

daha kanıma işlenmemiş yokluğun yanımdayken seni unutmak mümkün mü?

isteseydin tenine düşen yağmurların bile hesabını verebilirdin

düşlerim kimsesiz, ki kim kimsesiz kim sessiz kalabilirdi yalnızken

kim susuz ve aç kalabilir nefes alırken

sen benim aşım sen benim aşk diye tanımladığımsın

kim yalan derse sevgime odamı gösteririm, ki odam yatsıdan sonra da yanmaya yeminli mumlarla aydınlanır

yoksun kaldım çoğu zaman sen yoksun diye aştan, yoksunluğa vurdum kendimi 

yoksun diye kendimi bile sevmedim, sevemedim

sen hayallerimde gezerken ben seni sevdiğimde kaybettim kor yanımı

seni sevdiğimde alev aldı sol yanım

dört duvar arasında aşkın gurbetindeyim

damla damla aşındırıyorum hasretini

inanıyorum ki inanmak her şeyi değiştirir

yalnızlığa bezenmiş suretin bedenimin izi kalmış tükenmiş bir kalemin ucunda

tek bir sorun var ne zaman seni sevdiğimi söylesem solumda ki melek kulağıma fısıldar

kime yazayım...

                                                                                                                                    Puhten

16 Ekim 2020

Hadi biraz dertleşelim...


Yakarış ve isyanların en fazla yapıldığı tek biri var sanırım. Yaratan olsaydım şayet beni sevenleri üzmezdim. Ne yani insan olarak sevdiklerimizin bizi üzmesini ister miydik? Ee o zaman durum orada da değişmemeli diye düşünüyorum (!)

Düşünsene baban sana diyor ki; "Baba oğul ilişkisini bir türlü kuramadık."  Ne alaka dediğini duyar gibiyim. 

Düşünsene Yaratan sana diyor ki; "Yaratan kul ilişkisini bir türlü kuramadık." Benim öğrendiğim şey şu ki;  Bilgin taraf daha bilgisiz tarafa öğretir(!)

Ya benim hamurunda oğul olmak yok, yada ters giden birşeyler var....

Maneviyatın moral ile doğru orantılı olduğunu gözlemledim. Peki ama neden? Moral yüksek olduğunda maneviyat hissedilir derecede artıyor, moral düştüğünde maneviyat yıkılıyor. Demek ki gerçekten inançlı değilsin falan deme lütfen. Hiç sidik yarışı yapmaya niyetim yok, kendimi kanıtlama gibi bir çabamda... 

Gülmek, ağlamak, üzülmek, sevinmek gibi duygular insanlar için değişkenlik gösteren normal evreler. Ancak sabit kalması ve değişmemesi gereken hisler olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri de inanç. Neden duygularımla orantılı olarak değişsin ki? Sinirli olduğumda da inandığım şeye inanmalıyım, eğlendiğim zamanda da inandığım şeye inanmalıyım. 

Aile dediğim insanlara sinirlendiğim zaman onlar biyolojik olarak hala ailem olmaya devam ediyor. Peki ya o an kalbimizden söküp atabiliyor muyuz yoksa kısa süreli beklemeye mi alıyoruz hislerimizi?

Bilişim teknolojisinde hiçbir verinin silinmemesi gerektiğini öğrendim. Data kayıt etmek çok önemli. Peki ya yaratılmış en üst düzey kodlama örneği olan insanlar nasıl silebiliyor? Yoksa siliyor(muş) gibi mi yapıyor! 

Biz görmeksek de arka planda bir yerde tutuluyor o hisler, inançlar, isyanlar... IT (information Technologies) ve tüm Bilişim Teknolojisi için feedback (geri bildirim) almak müthiş önemli. Bir sorun ile alakalı feedback aldığı zaman ilgili uzman konuyla ilgili çalışma veya açıklama yapar. 

Peki onca ettiğimiz isyan, sorduğumuz soru, dua, istek, şikayet, sesleniş nereye kaydoluyor, kayıtlara kim bakıyor? Zira sorunlarıma geri dönüş göremiyorum...

Store puanı 1 yıldız verilmiş asrın teknolojisi gibi hissediyorum kendimi. Hem en güzel yaratılan hemde depresyondan depresyona koşan. Oysa ki en başta sormuşlardı. Yeryüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın? "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" diye söyledi. Şu ana kadar dünyada gördüğüm yalnızca meleklerin haklı olduğu... Lütfen beni aydınlat, bilmediğim nedir?

İyi olmaya çalıştıkça gelip yüzüne tokat gibi vuran hadsizler, saygılı olmaya özen gösterdikçe saygısızlık yapan bir takım aptallar, sustukça tepene binmeyi hak zanneden kendini bilmezler, güler yüzlü oldukça yüzünde ki gülümsemeyi itinayla alan suratsızlar, öğrendikçe cehaleti ile saldırıp pişkinliği ile kazananlar !!! Bıktım artık hepinizden. 

Söylesene biz bir deney miyiz? Dünyaya sadece yaşayanları izlemeye gelmiş olduğumuz gerçeğini düşünmek istemiyorum. Bende o yarattığın aşık olunası coğrafyaları görmek istiyorum, bende aklı ile çığır açan insanları tanımak istiyorum, bende görev zorunluluğu ile değil severek yapacağım bir iş istiyorum, bende iyi şartlarda mutlu yaşamak istiyorum. 

Kaçırdıysan hatırlatmak isterim. Derdim ne para ne şan ne şöhret nede taht. İsteğim mutlu bir şekilde süremi doldurmak. Neden yokluk ve hayal dünyasında yaşıyalım ki?

Cevapsız sorular aklımda bir köşede dolaşa dursun ben biraz daha kölelik yapayım müsadenizle. Saat 13:30 mesai başlar 🕜

28 Eylül 2020

"Seni anlıyorum" diyen insanlara William Shakespeare şöyle cevap veriyor. "Hissetmediğin birşeyi anlayamazsın."


Bir konuda karşında ki kişiyi tam anlamıyla anlamak için ya birebir aynı durumu yaşamış olman gerekir yada yakın bir durum. Ancak o zaman karşında ki muhatabını anlıyorum diyebilirsin. Keskin görüşlü ve ağır taraftar olan kişilere asla inanmak ve sözlerini dinlemek istemiyorum. Yanlı ve deneyimsiz inançlar ne kadar doğru ve mantıklı olabilir ki? Anlaşılabilir bir örnek vermek isterim. Düşünün ki siz 1989 yılında dünyaya geldiniz ve şuan yıl 2020 yani 31 yaşındasınız. Mısır piramitleri tahminen  (yapılan araştırmalara göre) M.Ö. 2551 yılında yapılmış. 31 yaşında ki insan bilim, ilim ve mantık haricinde duyduğu ve doğruluğu tartışır sağda solda gördüğü yazıları okuduktan sonra kendi düşüncesini rahatlıkla beyan edebiliyor. Ona şu soruları sormak isterim. Orada yaşadın mı, yaşadığın yıllar içerisinde toplumun psikolojik ve sosyolojik durumu nasıldı, o günden bu güne değişen sence neler var, bize ne tavsiye edersiniz? Hiçbir soruma cevap alamayacağını biliyorum merak etmeyin. Bu kadar uzun yıllardan bahsetmeye de gerek yok. Ailemiz bir hareketi veya bir durumu değerlendirirken seni anlıyorum derler. Oysa ki beni anlamak için aynı senin gibi bir babaya aynı senin gibi bir anneye sahip olman, birebir veya buna yakın bir psikolojik ortamda büyümüş olman, aynı sorunlar ile karşılaşıp aynı kararları vermen lazım ki beni anlayabilesin. İşin özü benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim sokaklardan geç. Hüznü, acıyı ve neşeyi tat. Benim geçtiğim seneleri yaşa ve benim takıldığım taşlara takıl. Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar bulup devam et, benim ettiğim gibi. Ancak ondan sonra beni yargılayabilirsin. Çok iyi olduğumuzu düşündüğümüz konularda aslında ne kadar da basit ve çaresiziz. Daha insan olarak kendimizi anlamıyoruz ki bir kadını, bir bebeği veya bir erkeği hatta bir hayvanı, başı dertte olan bir vatandaşı, umutları tükenmiş bir avuç savaşçıyı, senden olmayanı nasıl anlayalım!!! Maddi yokluk çekmeden yoksulluğu anlayabilir mi insan? Görünüşe göre hayır. 

Peki Ama maddi yokluk içinde olup varlığın ve paylaşmanın her türlüsünü yaşayan, bunun sonucunda yürekte ortaya çıkan o mutmain olma duygusunu ise başka hiçbir şeyde bulamayanlar nasıl başarıyor? Rad suresi 28.ayet cevap veriyor sanıyorum.
"Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah'ın zikri ile yatışır."

Ben şunu anladım; Dilin, ırkın, yaşadığın toplum hatta "İnancın" ne olursa olsun kalpten yakarış evrenseldir... Hiçbir insan birbirine benzemiyor olsa dahi yakarışın başladığı yer aynıdır... 

İşin sonunda etrafında bulunan bütün her şeyi anla ki onu anlamaya yaklaşmış ol. Yine döndük dolaştık kendini bilmeye. 

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır."
Yunus Emre

02 Eylül 2020

Bir garibanın gözünden felsefe



                 MUT'U KABLE ENTE MU'TU
                    (Ölmeden evvel ölmek)

     Ali “Bana Allah diyen de kâfirdir, demeyen de kâfirdir” diye beyan etmiştir. Peki, bu cümlede ki sır nedir? Bazı kendini bilmez, yolunu bilmez, Hakk’ı bilmez hadsizler Muhammed’i hiçe sayıp Ali’yi ön plana çıkartırlar. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler bilirsiniz. Demek ki bu dedikodunun çıkması ve bir inanç sistemine dönüşmesi için bir kıvılcım çıktı. Cümleler yanlış mı anlaşıldı? Kastedilmek istenen esas muhabbet ne idi? Ene’l Hakk diyen bunca eren evliya yanlış mı iletti mesajını? Yoksa biz insan müsveddeleri tamamen yanlış anlayıp hayvani güdülerimiz ile birlikte Hakk’ın en güzel yarattığına zulüm mü ettik!

     İnanç ve İslamiyet ego ve hırsın mezesi olmuşlar. Üzülerek söylemeliyim ki ilk insandan bu yana nefis olduğu müddetçe böyle ilerlemiş işleyiş. Peki, nasıl başa çıkabiliriz? Doğruyu (Sırat-ı Müstakim) nasıl bulacağız? İşte tüm cevaplar ve henüz sorulmamış diğer tüm sorular gibi bu sır da sende mevcuttur Ey İnsanoğlu!

     Ölmeden evvel ölmek diye tabir edilen bir durum var ortada. Peki ya nedir bu? Evvela ölüm nedir onu anlamak lazım gelir. Sonrasında ölmeden evvel ölmeyi anlamak daha kolay olur. Ölüm arife bir kurtuluş, zalime bir zindan. Arife bir serinlik, zalime ateşten gömlek. Arif için eve dönüş, zalim için hapistir! Ölüm bardağa hangi açıdan baktığına göre anlamı değişen bir kavramdır. Kimine dert yüklerken kimine ferahlık getirir. Ölüm anı yaklaştığı zaman fakir de olsan zengin de olsan, aç da olsan tok da olsan, cimri de olsan bonkör de olsan artık hâkimiyet sende değildir. Tüm maddesel varlığı madde evreninde bırakır ilahi tecellinin işlemesine şahitlik edersin. Dolayısı ile ölüm anında aslen var olacak olan yalnızca ruhundur. Ruhta nefis olmaz, ruhta cinsiyet olmaz, ruhta cinsel dürtüler olmaz, ruhta nefis olmadığı için yeme içme de olmaz. Bunlar olmadığı gibi ruhun cebi de olmaz. Dolayısı ile ne milyarlarınızı ne de bir kuruşunuzu yanınıza alamazsınız. Dediğim gibi aslen var olan yalnızca ruhunuzdur. 

     Rab insan bedeninin yaratılışında büyük emek sarf etmiştir. Her bir coğrafyadan toplanan topraklar karıştırılarak yoğrulan âdem vücudu yıllar boyu rahmet yağmuruna tabii tutulmuştur. Bu nedenledir ki her insanda Hakk’ın tecellisi mevcuttur, Rabbin rahmet etmediği bir âdem yoktur. Zulmedene de mazluma da aynı rahmeti ve nasibi sunan kendisidir ki toplanma günü bana vermedin ona verdiklerinden demeyelim diye. Her âdemin Hakk’a ulaşma fırsatı vardır ancak kullanıp kullanmama kişinin vicdan-ı muhakemesine kalmıştır. 

     Maddesel dünyada yaşar iken tıpkı ölüm anının sirayet etmesi gibi kendi yaşamımızda ki maddesel zevk ve ihtiyaçlarımızdan ne denli vazgeçebiliriz? Yaşamamız için nefes almamız, yemek yememiz, su içmemiz ve tuvalet ihtiyacını gidermemiz şarttır. Lakin bir başkasından çalmak, hak yemek, iftira atmak, azmettirmek, sapkın olmak, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin taciz ve tecavüz etmek, inkârcı ve yapay inançlı olmak şart mı? İşte vicdan, ahlak ve mantık üçlüsüne yakışmayan her şeyden uzak bir yaşantı ile inancın, dilin, ırkın ve rengin ne olursa olsun Hakk’a ziynet olmak esastır. Aksi hali zillet olmaktan öteye gitmez. 

     Hal böyle iken ölmeden evvel ölmek; “İlahi egemenliğin kurmuş olduğu adalet sistemine ve mahkemesine varmadan maddesel evrende kendini Hakk’ın mahkemesinden geçirip tüm suç ve iftiralardan temiz ve uzak tutarak var olmaktır.” Derin muhabbet ve sırları yalnızca bu merhalelerden geçenler anlar.

     Ali’nin söylemiş olduğu “Bana Allah diyen de kâfirdir, demeyen de kâfirdir.” cümlesi de böylesine sır dolu ve derin bir muhabbet içermektedir. Yaratılan kul önce nefsi ile hareket eder. Sonra vicdan, ahlak ve mantık ile bedenini ve ruhunu kontrol altına almayı başardığı an kulun Hakk’a doğru yürüyüşü başlar ki ne mutlu! Kendisine bir adım atan kuluna on adım, yüz adım atana bin adım yaklaşır Rab. Birbirine yaklaşan her şey elbet birleşmek zorundadır! Dolayısı ile bir süre sonra kul Hakk’a varmıştır ve artık birlikte yürüyüş başlar. Birliktelik zirveye çıktığı an her birleşim artık iki farklılıktan oluşmaz ve tek olma bir olma çabasına bürünür, zamanla aynı olmaya başlarlar. İyilik iyiliği, kötülük kötülüğü doğurur. Dolayısı ile kul bir zaman sonra Hakk’a benzemeye başlar. Bir süre böyle devam ettikten sonra artık kuldan eser kalmaz ve o da Hakk olur. En nihayetinde Hakk ile Hakk olmuş kul birlikte var olurken kul artık nefis ile düşünmediği için bir an aklına geliverir o var ise ben neden olayım diyerek tıpkı şekerin çayda eridiği gibi kendini Hakk ’ta eritir yok eder! Geriye yalnızca ve yalnızca mutlak egemenlik kalır. Safi AŞK! Rabbin ta kendisi…

     İş bu merhalelerden geçenler Ali’ye Allah demez ise kâfidir, şayet bu merhaleleri yaşamadan Ali’ye Allah diyen olursa şirk etmiş olur ve yine kâfirdir. Ali bu cümlesi ile insanoğluna bir ışık tutmak istemiş olsa da aklını kiraya vermiş şahıs ve inkârcılar kastedilen sırrı bambaşka anlamlara taşıyarak Muhammed ve güzel ahlakını hiçe sayar. 
İşte bu sır gibi sır, muhabbet gibi muhabbettir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli “Aklın yolu Hakk yoludur, cehalet ise şeytanidir” der. Aklın peşinde koşan kişi er ya da geç doğruyu bulur. Ancak cehalet ve hırsa hizmet eden kişi soru sormaz, düşünmez, talep etmez ve aramaz. Bilhassa sinir, hırs, taşkınlık, sapkınlık ve inat ile de arkadaşlık eder.




05 Mart 2020

Adı yaşam olmuş bu yalnızlığın..


Ne garip ya!

         İnsan kendi kendine bir kaç duvar örmüş ve orayı evi olarak belirlemiş. Sonra kilometrelerce uzakta bir başka insan veya insanlar bir kaç başka duvar örmüş ve orayı da iş olarak belirlemiş. Bizlerde yaratıldığımız bu uçsuz bucaksız dünyada ev olarak tanımladığımız duvarın içinden çıkıp başka bir duvarın içine zamanında yetişmek için çabalıyoruz. Biçilen ömürde sadece bunun için emek gösteriyoruz, kimileri bu zahmeti çekecek bir iş bile bulamıyor ne kadar hayal kırıcı. En kötü yanı ise biz bu saçma sapan gösterdiğimiz emeğe ve gittiğimiz kilometrelerce yola, sonunda kazandığımızı düşündüğümüz üç kuruşa "Hayat" adını vermişiz ve bir ömür bunun uğruna geçip gidiyor.

      Sonsuz bir döngü var, adına evim diyebileceğin bir yere sahip olmak için çalışman ve karşılığında üç kuruş maaş alman gerekiyor. Öte yandan adına işim diyebileceğin bir şeye sahip olabilmen için bilgi ve beceri gerekmiyor. Sadece iyi bir tanıdığın olsun yeter. Ne garip ya!

      Bana göre insanın "Hayat" dediği şey sadece bu iki saçmalık arasında yaşanılanlar olmamalı. Eğer sadece bundan ibaret olursa hayat, ne eşinle geçirdiğin vakit, ne özlemini duyduğun sahil, ne hissettiğin rüzgar, ne saatlerce sürmeli dediğin sohbetler hiç biri kaliteli olmayacak. Bana göre "Hayat" dediğimiz şey insanın olgunlaşması, pişmesi, yanması. Çoğumuz hangi ürün ne zaman ve hangi tür toprağa ekilir bunu bilmiyor. Çoğumuz eşiyle dostuyla saatlerce sohbetler edip üzerine felsefi düşünceler üretip yaşam tarzını değiştirmiyor. Çoğumuz herhangi bir yerde esen rüzgarın  ne kadar özel bir rüzgar olduğunu bilmiyor.

      Düşünmem gereken binlerce ciddi konu ve üzerine tartışmamız, araştırma yapmamız gereken milyonlarca konu var ki. Ancak benim aklımda bu ay faturaları nasıl ödeyeceğiz, markete olan borcumuzu nasıl ödeyeceğiz, yol param kalmazsa işe nasıl gideceğim, karımın istediği ufacık bir şeyi dahi alsam bu bütçemizi nasıl etkiler, anneden babadan borç mu alsak acaba? Gibi gibi gibi saçma sapan, üzerinde durup düşünmeye ve Hakk'ın verdiği o güzel beyni kullanmaya gerek dahi görmediğim aptal sorular var.

      Peki ama biz nasıl yaratıldık, ilahi aşk nedir, nasıl yaşanılır, aşktan yanmak nedir, Hakk'a nasıl ulaşılır, batın ilmi nedir ne işe yarar, bir tasavvuf ehlinin gerçek dini sevgi ise şuan yaşanılan din din midir, milattan önce ve milattan sonra ki yaşayan felsefe ve tasavvuf üstatları ne gördüler de dünyadan ellerini çektiler, anlatılan hikayeler doğru mu, okuduğumuz kitaplarda ya oynama yapıldıysa gibi gibi gibi... Bu sorular gibi daha yüzlerce, binlercesi. Hakk'ın verdiği o güzel beyni kullanmaya gerek duyduğum ve hatta daha da fazlasına ihtiyacımın olduğumu sorular var.

      Üstadın biri ölüm ölür biz ölmeyiz demiş. Burada ki mana ne? Ben bunların cevaplarını nasıl bulacağım? Bu soruları düşünmeden önce lütfen evinden çık, arabana veya otobüse bin, işine git. Akşama mutlaka aynı şekilde eve gel ve nihayetinde ay sonu faturalarını öde, vakit bulursan eğer oturur düşünürsün soruları...

28 Şubat 2020

Ya Rab!


Aşıkların beşerdir, şaşar kalır harab
Aciz kulun sana sığınır, sensin ona ahbab
Yüz çevirsen bizden derman olur hem ırak
Sensiz ahvalimiz bilinmez ya Rab

Muhammed'in özü sözü birdir
Sen yakınsan ona, takati iyidir
Aşığın halini yol ehli bilir
Bizi Muhammed ahaline yakıştır ya Rab

Mümine din ne gerek arif olan bilir
Münkir münafık seninle savaş halindedir
Ölmüşe anlatsam seni ruhu bedenden dirilir
Nûrun ‘alâ nûru bizden esirgeme ya Rab

Dert gam keder doludur bu camia
Düşersen derdine zulümdür bu dar-ı fena
Sevenler hep bırakmış malı mülkü burada
Aşk servetinden mahrum etme ya Rab

Aciz Ahmet bir çare sana açar ellerini
Kaybetmemiştir umarım verdiklerini
Evliya olmak kolay aşığın temeli
Sana şayan kalmayı nasip et ya Rab

Ahlak hamuru ile yoğrulan insandır insan
Hamurun bozuksa neye yarar evliya olsan
Halin olsun pinhan ayandır edeple irfan
Şemme Vecullah'a (bin kere) kurbanım ya Rab



Sözlük:
Şemme Vecullah - Allah'ın parlayan cemali
Şayan - Yakışan, layık olan, değerli
Dar-ı Fena - Dünya
Nûrun ‘alâ nûr - Nur üstünde nur (Çok üstün fevkalade manalarında ve umulandan fazla nail olunan iyilik ve nimetler)
Pinhan - Gizli olan

Puhten, gönülden kopan yakarış...




Ey gönüllerin aradığı huzurun ta kendisi Rab, ruhumuza ve tüm benliğimize şifa kaynağı...
Yegane güzelliğin tek anlamı Allah'ım

   Şefkat ve aşkın ile bizleri kötülüklerden arındır, her iç çekişimizle habibin Mustafa'nın o güzel kokusunu hissedebilmeyi, her sıkıştığımızda Hızır'ın o güzel yoldaşlığını bizlere nasip et.

   Yıllar ve aylar bir kenara saatler içinde dakikalar, onların içinde saniyeler, her saniyede saliseler ve onların içinde ki her anda gözümüze, kulağımıza, dilimize, ellerimize ve ayaklarımıza yalnız sen sahip çık ki gözlerimiz ile doğruları görelim, kulaklarımız ile doğruları işitelim, dilimiz ile doğruları konuşalım, ellerimiz ile hayır işleyip ayaklarımız ile hayra yürüyelim Kudretlim.

   Biz beşer şaşarız, sen Külli akla sahip mütevaziliğin ve doğruluğun ta kendisi El-Hakemsin son hükmü verensin. Olur ya şaşarız, sen doğru yoluna ilet bizleri Sevgilim.

   Hayat boyu Adem-i Ma'na (Maneviyat insanı) olabilmeyi, o güzel aşıkların ve dostların ile aynı yolda yürüyebilmeyi, en nihayetinde senin o göz kamaştıran kudretinin ve güzelliğinin yanında aynı sancak altında toplanabilmeyi dostlarına yoldaş, sana dost olabilmeyi nasip eyle Sultanım.

   Kuldur hep ister, hayır şer bilmez talep eder. İstek ve arzularımızın en hayırlı ve güzelini bizlere nasip edensin sen Rab

   Ahlak ve namusu, erdem ve hayayı elden bırakmadan yaşayabilmeyi, nefsimizi eğitip pak hale getirebilmeyi, egolarımızı bir kenara bırakıp hoş görü ve arifane hallerimiz ile puhten eyle bizleri Sevdiğim, Tanrım, Allahım, Kudretlim, Nazlım...






Puhten: Farsça, pişmek demektir. Aşk ateşinde yanıp pişmeyi ifade eder.

24 Temmuz 2018

Erdemli olmak..


Yazıma bir hikaye ile başlamak istiyorum izninizle. Hz. Ali'nin oğullarından küçük olan İmam Hüseyin'in yanına bir adam gelir. Hüseyin ben seni severim seninle kardeş olmak isterim der. Hüseyin bu teklif karşısında kendisine bir kaç öneride bulunur. Pekala madem benimle kardeş olmak istersin o halde Allah'a iman etmelisin der. Adam puta tapanlardan değildir lakin Allah'ın varlığına inanmaz. Ben inanmıyorum Hüseyin o yüzden iman edemem der. O halde Allah'ın peygamberlerine inan. Ben Allah'ın varlığına inanmadığım gibi peygamberlerine de inanmıyorum der. Bu şekilde bir kaç kez öneride bulunan İmam Hüseyin son olarak madem bunları kabul etmiyorsun o halde erdemli ol der. Adam işte o anda donar kalır ve işte buna varım, ben erdemli bir vatandaşım ve öyle de olacağım der. Bu konuşmalardan sonra Hüseyin ile bu vatandaş sarılırlar. O sırada Hz. Muhammed bir kenarda oturmuş onları izlerken İmam Hüseyin'in bu teklifi sonrasında sarılmalarını görünce gözlerinden yaşlar akmaya başlar. Tarihi ve tüm anlayışı değiştirecek bu konuşma şu şekilde gerçekleşmiştir.

- Ya Hüseyin gördün mü bak dedeni ağlattın bir kafir ile kardeş olduğun için..

Hz. Muhammed hemen cevap verir. Hayır hayır, Hüseyin olayı en başından bağladı. Öyle ki erdemli olmak Allah'a hizmet etmektir, yalan söylememektir, hak yememektir, gasp etmemektir, sapkınlık yapmamaktır, namus hırsızlığı yapmamaktır, nankörlük yapmamaktır, haksızlık yapmamaktır, iftira atmamaktır. Erdemli olmak öyledir ki zaten Allah'ın istediği de budur. Siz ki gerçekten erdemli olduktan sonra isteyerek bir hata, bir zalimlik yapmazsınız diyerek sözlerine son verir.

Her şeyi bir kenara bırakarak düşünelim şimdi. Alımlı bir bayansınız ve bir çok kolye, küpe tarzında eşyalara sahipsiniz. Alımlı bir bayan olarak ziynet eşyalarınızı göstermek ve sergilemek istersiniz. Bu normal değil mi? Bir önce ki yazım Allah'ı anlamak adına idi. İnternet'te bakındım, etrafıma bakındım herkes Allah'ı anlamak çok zor vs. vs. yazılar yazmış, düşünceler sabitleşmiş. Oysa ki Allah'ı anlamak o kadar da zor olmasa gerek. Siz insanlar olarak Allah'a zillet olmayı mı istersiniz yoksa ziynet olmayı mı? Biz insanoğlu olarak bizlere zillet olan şeyleri dahi gün yüzüne çıkarmıyor saklamaya çalışıyoruz. Peki Allah'ı düşünün birde. O neler hissederek sizleri yarattı ama sizler Allah'ın övüneceği kulları arasına girmemeyi tercih ediyorsunuz. Rabbin sizi ziynet olarak görüp övündüğünü size bakarken sevindiğini düşünseniz ya.... Uzun lafın kısası bizler Allah'a zillet değil ziynet olmalıyız.

Çevremizde kendine "ben Müslümanım" diyerek dolaşan, namaz kılan, oruç tutan ancak her fırsatta zalimlik yapan, maddi ve manevi hırsızlığı gizlice veya açık olarak yapan, sadece kadın/erkek namusuna değil çoluk çocuğa ve hayvanlara da göz diken!!! o kadar fazla insan sıfatını taşımayan mahlukat var ki. Şimdi bu yaratıklar Müslüman, namaz kılmayan, oruç tutmayan ama ERDEMLİ OLAN kafir öyle mi? Hz. Ali'ye bir kaç kişi gelip Ya Ali bize cehennemlik kulu gösterir misin derler. Ali de tabi ki der. Bana tek başına cennete gitmeyi düşünen, isteyen kişiyi gösterin ben size cehennemlik kulu göstereyim der. Zaten ilim irfan ehli kişi sadece cennet için Allah'ı sevmez. Ne kadar çirkin bir düşüncedir ki cennete gideceğim diye ibadet etmek. Aksine bana mükafat vermesen de olur diyebilmek. Tıpkı Yunus Emre'nin dediği gibi.



Ne Tamu’da yer eyledim,

Ne Uçmak’ta köşk bağladım,

Senin için çok ağladım,

Bana senì gerek seni.

Cennet dedikleri ne ki;

Bir kaç köşkle, bir kaç huri.

İsteyene ver onları,

Bana senì gerek seni.


Bir sonra ki yazıda görüşmek üzere. Saygılar...

Allah'ı anlamak..


İnsanlar neden hiç bir şeyi anlamadan toplum algısı ile yargılar ki? Sizden ricam yargı ve öğrendiklerinizi bir kenara bırakarak beni dinlemeniz...

Yüce Allah kâinatı 6 günde kurup âdemoğlunu 110 Bin yılda yarattı. Bedenlerimizi rahmet yağmurunda yıkayıp boş vücuda ruh üflendiği zaman ruh şunu dedi. Ey Rab! Beni senden ayırma beni karanlık bir kutuya hapsetme, burada sen yoksun! İşte o zaman Allah bedene nüfus edince ruh dedi ki; Tamam burada da sen varsın....
Allah insanı yaratacağı zaman tüm melekler toplanıp Allah’a yeryüzünde kan dökecek bir topluluk mu yaratacaksın, Bizim ibadetimiz sana yetmiyor mu? Dedi.

İblis ise ben onlara secde etmem onlar topraktan yaratıldı ben ise ateşten. Ateş toprak altında yanmaz toprak üstünde yanar ben onlardan üstünüm dedi ve secde etmedi.

İblis cennette gezerken ağzına bir balgam geldi. Havalandı kendini büyük gördü ve dedi ki nasıl olsa buraların kralı benim! Ve Allah’ın nuruna tükürdü. Bu tükürük bir lanet halkası oldu ve iblisin boğazına geçti. Allah diyor ki yarattığım âdeme(insana) bakması için o halkayı boğazına geçirdim ama o gözünü aşağı çevirdi. Halka çenesine dayanmasına rağmen o gözünü yukarı çevirmedi.

Oysaki baksaydı âdemde de beni görecekti. Hatta bu konu Yasin suresi ayet 8 de şöyle geçmektedir. Şeytanlaşmış insanlardan örnek vererek der ki;
“Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirm
işiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı bakar somurtmaktadırlar.”
Ve yine iblis Araf suresi ayet 16 da diyor ki Allah’a;
“Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, ant içerim ki, ben de onlar için senin doğru yolunun üzerine oturacağım.”

Biz diyoruz ki keramet ve mucize Allahındır! Ama bunlar diyor ki benim mucizem ve kerametim var. Toplum olarak okumadığımız ve araştırma yapmadığımız için de insanlarımız mistik olaylara inanıyor, seviyor ve onların kulu kölesi oluyor.
            Bir söz der ki Halka yaranam dedim Hakk beni boşladı, Hakka yaranam dedim Halk beni taşladı.
Gerçekleri dile getiren insanlara her daim zarar verdiler. Bakınız Seyid İmameddin Nesimi gibi, Pir Sultan Abdal gibi, Hallacı Mansur gibi Evliyaları toplumumuzun bazı kısımları (sadece Türk toplumu değil, tüm insanlıktan bahsediyorum) saygı duyup inanmaktan ziyade taşladılar, astılar, kestiler, şehit ettiler.

Kaldı ki Kerbela vakasında da kendilerine güya "Müslüman" diyen hilkat garibeleri, Peygamber torunlarını ve evlatlarını gözlerini kırpmadan kestiler. Bir düşünün lütfen 73 (Bunların yarısı kadın ve çocuktu.) kişiye karşı 70.000 eli kılıçlı ve gözlerini hırs ve kan bürümüş kişi…Sizce adaletli mi? Bugün anlatılan birçok durum eksik veya yanlıştır. 

Konuları çok uzattığımın farkındayım lakin konuşacak o kadar fazla durum var ki..Ben size kendimden bahsedeyim. Çocukluğum ve gençliğim döneminde çevrem tarafından ibadet etmem için teklif yapılıyordu. Oğlum namaz kıl, oruç tut, yoksa cehenneme gidersin, Allah çarpar, Allahtan kork!!

O zaman korkumdan yapıyordum, bazen de umursamıyordum bunu ama içimde ki ses bir eksiklik olduğunu her zaman bağırıyordu adeta. Nice zaman sonra Allah'ın o bahsettiği Sırat-ı Müstakim'i yani Yolu tanıdım. Aklımda ki soruları nasıl ibadet edeceğimi sordum. Bulduğum cevaplar karşısında resmen kanım donmuştu. Hayatım boyunca böylesine şok olmamıştım. Çünkü bugüne kadar ailem ve çevremin bana dayatmaya çalıştığı İslamiyet bilgisi ve kültürü Allah'ın Yol için söylemlerine göre başlı başına sahte ve yanlıştı.

Hz. Muhammed diyor ki İslam mantık dinidir. Mantığınızın kabul etmediğini siz de kabul etmeyin. Bugüne kadar her hoca her din adamı ısrarla Allah görünmez Allah mekansızdır, Allah burada değildir vs. vs. saçma sapan açıklamalar yaparken Hz. Ali diyor ki “Ben görmediğim Allah’a inanmam.”

Eren Evliyalar bana aşkı aşılamaya çalıştı. Allah olmasaydı aşktan söz edilemez derler hep. Nitekim aşk bu kadar güzel bir şey ise aşkı yaratan ne kadar güzeldir acaba? Sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu eşsiz düşünceler ve mantığa uygun gelen fikirler doğrultusunda ben de bu yola baş koydum. Allahtan eskisi gibi korkmuyorum artık. “bunu yapmazsan cehennemlik olursun” sözlerini dinlemiyorum artık. Ben Allah’ı incitmekten korkuyorum. Onu üzmekten korkuyorum. Bu yol için tarif mümkün değildir ancak kelimelerin yettiği kadarı ile deniyor ki “Bu yol ateşten gömlektir giyemezsin, Demirden leblebidir yiyemezsin. Gelme ha gelme, Dönme ha dönme.”

Bu yolda ikrar vardır. Bu yolda Mahkeme-i Kübra vardır. Bu yolda musahip kardeşliği vardır. Diğer zihniyetin uyguladığı gibi elini kolunu sallaya sallaya Allah’ın yoluna girilmez. Allah bizim için emek harcadı ise bizde ona ulaşmak için emek harcamalıyız.

Bir sonra ki yazıda görüşmek üzere, sevgiler saygılar.